İşlerin ne zaman bu kadar çığrından çıktığını bilmiyorum, hatırlamıyorum hatta düşününce de bulamıyorum. Hani acaba ''Ben tüm şansımı seni bulabilmek için harcamışım.'' derken gerçeği mi söylüyordum ki, kim bilir? Aslında gayet masumca başıma gelen en güzel şeysin demenin başka yollarını ararken bu cümleyi kurdum da başıma geldi herhalde. Eskiler demek ki boşa dememiş ''Bir şeyi 40 kere söylersen olur diye.'' Uğursuz gibi diye diye başıma getirdim, tüm şansımı tükettim. Baykuşlara uğursuz uğursuz uluma denmesi gibi. Aslında baykuşun uğursuzlukla bir alakası yok, o garibim öyle bir ses çıkartıyor, biz de uğursuzluğumuzu ona yüklüyoruz. Benim şanssızlığımın da bu cümleyle alakası yok. Kaldı ki hangi hayvan uğursuz olabilir ki? Bence baykuş konuşabilse ''Hadi be oradan, sizsiniz uğursuz.'' derdi bizim gibi insanlara, haklı da. Konu çok dağılıyor, ben neden hiçbir zaman içimdekini doğruca söyleyemiyorum da böyle uzatıp dolandırıyorum? Karışıyor işte işler hep böyle, galiba kafadaki düşüncelerle diyalektik ilişki içinde olması sebebiyle oluyor. Basit hayatlar isterken çözümsüzlüğün tam içine düşüyoruz. O facebooktaki gibi falan ''Özlediysen git, seviyorsan söyle, sesini duymak istiyorsan ara, hayat basittir.'' değil işte çünkü hayat sadece bizim seçimlerimiz değil, karşımızdaki adam ya da kadının seçimleri de değil. Bizi etkileyen bir insan grubuyla çevrelenmişiz. Karar vermemiz bazen yapabilmemiz anlamına gelmiyor. Konuşuyorsun da boşa, sanki atmosferde kaybolup gidiyor, bir yere çarpıp geri dönerek anlamlandığı falan yok. İyi düşünelim iyi olsun, içimizdeki ışığı büyütelim insanların da içindeki ışığa bakalım, sevgi bu dünyadaki her şeyin cevabı ve çözümüdür sonsuzca koşulsuzca sevelim... Yapma ya, gerçekten bu kadar basit mi? Basit hayatlarımız olsun, içimizdeki sevgiye yoğunlaşalım, karşımızdaki insanın benliğiyle egosuyla değil içindeki ışıkla ilgilenelim yalanlarını bu kapitalist dünyada kim uydurdu onu da anlamadım... Kafam yangın yeri.
Bazıları bir prens bulup masala dahil olmak ister, bazıları kendi masalını kendi yazar...
21 Kasım 2014 Cuma
19 Kasım 2014 Çarşamba
İnsan ne zaman büyür diye düşünerek geçti ömrüm. Sahi ne zaman büyüyoruz? Aşık olunca, ayrılınca, aldatılınca... Hayır, bunların hiçbiri değilmiş aslında. Bir ölüm görünce büyüyorsunuz. Heleki hiç tanımadığınız birinin ölümüyse yaşadığınız büyümenin alasını yaşıyorsunuz. İnsan kendi canını nasıl tanımaz diye de düşünmüyor değilim. Evet, bazen böyle de büyünürmüş, yaşla falan pek alakası olmuyor haliyle. İnsan gücünün yetmediğini kabulleniyormuş, kabullendim. Başka çaren yok ki, ölmüş artık. Sorsan cevap veremez, sen konuşsan duyamaz, haklı olsa savunamaz. Her şey kalıyor öylece içinde, bekliyorsun gerçek için; ama yok aslında gerçek falan. Ne ki aradığın? Seni hiç sevmediği mi, sevdiği ama çok da umursamadığı mı? Nedir huzura kavuşmana sebep olabilecek cevap? Bir yandan seviyorsun bir yandan ona kızıyorsun. Sevdiğin için de kendine kızıyorsun, iş iyice çığrından çıkıyor. Üzülmenin bile vicdan azabına sebep olması kadar saçma ne olabilir bu hayatta? Bir ölüm arkasında ne kadar soru bırakabilir? Sahi nefretim mi daha büyük sevgim mi bilemiyorum. Bazen affediyorum bazense daha çok kızıyorum, her zaman böyle mi oluyor bu iş, onu da bilmiyorum. Bilmediğim ne kadar da çok şey varmış sahi ölüm karşısında.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)