25 Mart 2013 Pazartesi

Sanki içim ölmüş gibi hissediyorum, nefes alan bir hayaletmişim... Bazen canınızı çok yakan insanlar oluyor, mesela sizi en çok tanıyan arkadaşınız gibi. Bir gün suratınıza bakıp ''sen aşık olmayacaksın bundan sonra'' diyor. Bunca zaman sizin ''lan acaba hep böyle mi kalacağım'' diye fısıldadığınız korkunuzu çaatt diye söylüyor işte. 


Eğer böyle arkadaşlarınız varsa şanslısınız, bakmayın yazının ilk kısmının bu kadar karamsar olduğuna. Böyle arkadaşlar iyiki varlar; çünkü bazen kişi gerçeği bilmek ister. Ben gerçeği duydum, kabullenmem biraz zaman alsa da onu da yaptım. Bazen sadece kabullenirsiniz, yapabileceğiniz başka bir şey olmadığı için. Çünkü kokusu burnundaysa hiç unutamazsın, çünkü birisi ne zaman sigara içse kokudan nefret edersin ama o anları hatırlarsın. Çaresi yok bir kez aşık olduysan özlemden ölsen de kapatamazsın yaranı. Bazı yaralar sadece kabuk tutar ama hiç iyileşmez... 



Kısacası aşkından ölürsün ama insanlar bilmez...









21 Mart 2013 Perşembe



Sahi bir gün toparlanır gider miyiz bu sevdadan, bu kalp kırıklığından da? Yapabilir miyiz dersin? Gene bahar gelir dünyaya, açar ağaçlar çiçeklerini, bir bakmışsın çimenler uzamış gitmiş her yer yemyeşil sayelerinde. Ne dersin sana da tekrar gelir mi ilkbahar? 




16 Mart 2013 Cumartesi

Mini minnacık bir kadındı dev gibi bir adam sevdi

Edith Piaf gibi kadınlar var bu dünyadan geçmiş olan. Size Fransızcayı sevdirecek kadar güzel şarkılar söyleyen, sonsuz acı çeken, büyük aşk yaşayan... Ömrünün son röportajında bile bir kadına verebileceği öğüt "sevin" olabilir mi bir kadının? Olabilir. O küçük kadın bunu yapmış bir zamanlar. Minik serçe ya da kaldırım serçesi... Hayatını onaylamamak, yargılamak, aşkı için ahlaksızlıkla suçlamak tabiki mümkün ama bana kalırsa Nazım Hikmet'in "O mavi gözlü bir devdi, mini minnacık bir kadın sevdi" dizesinin tam tersiydi hayatı. O minicik bir kadındı, dev gibi bir adamı sevdi. Büyük aşkı Marcel Cerdan orta sıklet dünya boks şampiyonuydu. Onun ölümünden sonra ağrı kesicilere bağımlı olacak kadar aşıktı. Yaptığı en güzel şey şarkı söylemek ve Marceli sevmekti. Bir gün Marcel aşık olduğu kadına giderken uçağın düşmesiyle öldü. Edith Piaf önce saçlarını kesti ve bir daha uzatmadı sonraysa "Hymne a l'amour"u yazdı. Onu anlatan en güzel şey ise kendisi tarafından kaleme alınan "Hayatım" adlı kitabın arka kapağındaki "istediğim şey, bu günah çıkartmam okunduğunda tıpkı Maria Mandelena'ya söylendiğin gibi onun günahlarının çoğu affedildi çünkü o çok sevdi diye söylenmesidir." cümlesidir. İyiki bu dünyadan geçti...







10 Mart 2013 Pazar


''Seni sevmeye başladığımı fark ediyorum.'' dedim ve ekledim ''bizden söz edebilir miyiz, ne dersin?'' ''Ne yalan söyleyeyim'' diye söze başladı. Daha ne yalan söyleyeceğini bilmeyen birini sevemeyeceğimi anladım. Beni yalanlar avutur çünkü. Hep öyle oldu.

Yukarıdaki bölüm Mehmet Ali Anafarta'ya ait olan Acı Çeken Bütün Kızlara Aşığım kitabının arka kısmından. Konu şu ki kadınları kendi cinsinden daha iyi tanıyan bir arkadaşım var. Bir gün bana ''Niye bu kadar çabuk kanıyorsunuz erkeklerin söylediğine?'' diye sordu. Mevzu derindi, o da her erkek gibi kadınların çabuk kandığını düşünüyordu belliki. ''Kadınlar aslında kendilerine yalan söylendiğinin farkındadır, biz kanmıyoruz, sadece kanmak istiyoruz .'' dedim. Şaşırdı, bu cevabı beklemiyordu anlaşılan. ''İnsan yalan olduğunu bildiği bir şeye nasıl inanır ki?'' dedi. Biz yalana değil de onun doğru olma ihtimaline inanıyoruz dediğimde biraz daha oturdu kafasında bazı şeyler. Aslında hepimiz sadece inanmak istiyoruz, bu kadın için ne kadar geçerliyse erkek için de o kadar geçerli. İşin karmaşıklaştığı nokta şu ki bazen o kadar umutsuzdur ki insan yalan olduğunu bildiğine bile inanır. Sanar ki gücü yeter bir ömür yalana inanmaya. E insanız en nihayetinde bir yerden sonra inanamamaya başlıyoruz, yetmiyor gücümüz, sevgimiz. sonrasını herkes bilir gelsin kavgalar gelsin kıyametler. Diyeceğim şudur ki konu her ne olursa olsun gücünüzün yetmeyeceği işe kalkışmayın, sonu hep hüsran olur...

8 Mart 2013 Cuma


Günlerdir dinlediğim tek şarkı bu. Ruhumu huzura kavuşturan insan sesi işte tam olarak Cem Adrian'a aittir. Onu anlatan en güzel sözlerden birisi bana kalırsa twitterda okuduğum Cem Adrian bu sesiyle sülaleme sövsün haklısın abi şuan ben de onlardan nefret ettim derim yorumuydu.






Altın parıltısı

Zamanından önce girdi her yaşına. Herkesten çok o büyümek isterdi. Elleriyle büyüttü kendini ya da başkasının elleriyle büyüdü. Büyürken çok kirlendi, kirletti. Kanla, öfkeyle, Kavgayla, kirle, suçla büyüdü. Onun yaşamının her anı tehlike kokardı ve yanındakilere de bulaştırırdı. Kimleri yuttu o girdap, kimleri yedi, yok etti de durmadı. Çok kan aktı hayatta, çok kayıplar verildi. O insanların mezarları bile olmadı, olanların da gideni yoktu ya neyse. Öldüklerinde unutuldu çoğu, muhabbetlerde adı geçti onların kimi zamanlarda; ama herkes kendine göre anlattı. Bu hayattan sıyrılmak, bıraktığı tüm izleri yok saymak çok da mümkün değildi, bunu hep biliyordum. Aşık olduğumda da bildim. Korkmadım mı? Hayır, korktum; o sonsuz siyahlıkta kaybolmaktan, üzerimin çamurla kaplanmasından. Ama o gülümsediğinde altın parıltıları saçardı ve ben bundan mahrum kalmak istemedim. Ömür boyu üzerime çamur bulanacağını düşünsemde o parıltılardan uzaklaşamazdım. İnsan sevdiğinde mantığını gerçekten de rafa kaldırıyormuş. Herkes kaçmam gerektiğini söyledi, Bana tehlikeden bahsettiler sanki hiç bilmiyormuşum gibi, en çok kaç dediler, uzak dur diye devam ettiler. Onun kayatını bitmeyen, koyu karanlıklara benzettileri, zarar verir, canını yakar dediler. Tüm bunlar aklımda saniyelik zamanlarda bile yer bulmadı; çünkü iyi tannırdım. Damarına basılmadıkça kimseye zarar vermeyeceği beyaz kağıt kadar netti. O keskin yaşardı, ölecekse ölür, öldürecekse öldürürdü. Hiç korkmadım onunlayken, kendi pahasına beni koruyacağını bilirdim. Evet, tehlikeliydi; ama o bunu hiç gizlememişti ve ben de olduğu gibi kabul ettim. Değiştiremezdim; çünkü bu haline aşık olmuştum. Ne kadar çamura bulanacak olsam da o parıltılardan saklanamayacağımı fark ettim. Ehh en nihayetinde ben de bir kadındım, severdim parıltıyı...





Aşktın sen

Her gece yattığımda büyülü düşler benim yanımda oluyor sen gittiğinden beri. Tek başıma uyurken bazı gecelerde zorlanıyorum; ama gözümü kapadığım an yanımda olduğunu düşünüyorum. Gene o muhteşem gülümsemenle yanımdasın, içimi huzur kaplıyor. Sanki ruhum ışıkla yıkanmış kadar rahat. Yanında bulduğum huzuru kaybetmeye niyetim yok. Artık benimsin ve ben de senin. Gözümü her kapadığımda o bakışlarını görüyorum, bu beni güçlü kılıyor. Senin iki halini de bilirim ben, ortalığı toza dumana katacak deli hallerini çoğunlukla. Öfkelendiğinde zinciri kırıp başına gelenle mücadele edersin. Yeri gelir ortalığı yakar yıkarsın. Peki ya diğer halin? Masum ve sakin bakışların, gülümsemene yansıyan aşkın... Dokunmaya kıyamaz hallerin... Bunların hepsini gördüm, eğer ki görmesem inanmazdım. O aşık, o sakin hallerindi beni şaşırtarak büyüleyen. Uyurken öyle zararsız öyle kirlenmemiştin ki... Sen iki uçsun sevgilim, ateş ve buz gibi hep kendine uzak kalacak olan. Benim gördüğüm seni görebilsen inan ki sen de benim kadar etkilenirsin. Öyle masumdun ki uyurken, dokunmaya kıyamadım yüzüne, uyanırsın diye korkumdan öpmedim seni. Öyle büyüleyiciydi ki gülümsemen beni esir alırken ortalığı aydınlığa boğuyordu. Gece gözümü açıp seni gördüğümde büyülenmek yetmedi bana tutsak da oldum korkarken; ya başkasına da öyle bakarsan diyerek. Bir süre sabit bunu düşündüm, sonra fark ettim ki imkansızdı sevgilim. Kimseye öyle bakamazdın. 





2 Mart 2013 Cumartesi

Sen kendi hikayeni yazmazsan kim yazar ki? Hani hep derler ya aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız diye işte onun gibi bir şey bu da. Sonra bir an dedim ki kendime başla yazmaya daha ne duruyorsun, ne bekliyorsun... Sen anlat kendini, sen anlat o'nu, hayatını, geçmişini...  


Üstün başın nasıl da kirlenmişti bu hayatta, nasıl da kötülüğe bulanmıştın, kimin, kimlerin kanıydı ellerindeki? Sen de bilmiyordun aslında düşündüğünde bu soruların cevabını. Bense şunu hiç unutmadım yüreğin hep aynı temizlikte kalmıştı senin. Sevdiğine sarılıp uyuduğunda dünyanın en temiziydin, en huzurlusu. Nasıl parıldardı yüzün aşkına baktığın gecelerde hiç bilmesen de. Ben gördüm onu, senin aşkını. O geceyi hatırlar mısın bilemem. Hani beşinci kattaki evinin camına oturmuştun. Yüzün o'na bakıyordu, tam karşında duruyordu hayatının aşkı. Elinde sigaran vardı, saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Ona baktığında gene yüzün aydınlanmıştı geçmişin sende bıraktığı tüm izlere rağmen. ''Beni tut, yoksa düşerim.'' demiştin. O korkmuştu biraz senin bu çılgınlığından, indirmeye çalışmıştı, inadın galip geldiğinde tuttu seni düşmeni engelleyebilecekmiş gibi. O an kızın gözünün önünden geçenler seninle birlikte o camdan düştüğüydü. İki aşığın sır dolu ölümü, İntihar mı Kaza mı başlıklarıyla canlandı haberler bir an gözünün önünde. Sense hiç umursamamıştın onun gözlerindeki korkuyu. ''İşte böyle teslimim sana, ister tut beni ister it'' demiştin. Korkusu yerini yavaş yavaş garip bir duyguya bırakmıştı sevgiyle karışık bir bilinmezlikti. Ne garip adamdın, sevgini bile böyle tehlikeli şeylerle gösterirdin kıza.
Şimdi o gecenin üzerinden kaç mevsim geçti bilinmez. Sen neredesin, o kız nerede kim bilir. Hayat sizi ayırmış, savurmuştu son gördüğümde hiç birleştirmeden. Ne garip ben hepsini görmüştüm o anların. Hepsini kazımıştım hafızamda. Sevmiştin onu aslında, bunu iyi biliyorum. O mu? O da sevmişti çokça seni. Bir daha hiç geçmişine dönmedin, elini yüzünü kire pasa bulaştırmadın ama sevmedin de işte...








Sen hep böyle kal

Sen hep böyle kalsan keşke çocuk... Biraz hırçın, biraz hayatın kirlettiği ama hep masum, hep iyi yürek, çokça sevgi dolu...



Saklanır mısın hep?

Küçük bir kutuya saklanmışsın, kendini korur gibisin; ama gereksiz. Sen tanıdığım en güçlü insansın. Beni tanırsın, bilirsin diyorsun. Evet, tanıyıp bildiğim halin bu; ama ben kısa sürede diğer haline alışmıştım, hayal kırıklığına uğradım. Kendimi teslim etmek isterken hatırladım duvarlar örmem gerektiğini... Sanki bir balık yedim de kılçığı kalbimde kalmış gibi. Nefes aldıkça batıyor bana, kalbim her attığında o kılçık canımı yakıyor. Tüm bunlar geçici, biliyorum. Yüzümü çevirdiğim yerde sonsuz bir masal var sahip olduğum. Seninle birlikte baktığım bir kapı... Beni o kapıdan içeri sokup kendini dışarıda bırakmak ister gibisin. Buna izin vermeyeceğimi de adından iyi bilirsin. Belki taban tabana zıtız; ama ayrı olsak ne değişir ki? Sonumu hazırlayacak gibisin, bil ki bu da kabulümdür. Çok normal olmadığını herkesten iyi ben bilirim, yaşadıklarını ve yaşayacaklarını... Yani tüm bunların farkındayım ve kabulümdür. Zor olacak; ama bu umurumda değil...                                
                                                                       23 Mart 2010                                                                                                                                                          
 

Yazmalısın Her Daim



Kalbime saplanan paslı bir makas bu. Çıkarttığımda kanamaya devam edecek; ama çıkartmadığım sürece de acıtmaya... Böyle ne kadar devam edebileceğimi bilmiyorum. İki durumda kötü; ama birisini seçmek zorundayım. İşin garip yanıysa o makasın varlığına alışmışım bunca zamanda. Onsuz nasıl devam ederim bilmiyorum, aslında devam edebilir miyim onu da bilmiyorum. İnandıklarımla yaşadıklarım çatışma halinde artık. Hangisini seçmeliyim? İnandığım değerlerin hayata geçmesinin imkanı yok bu düzende; fakat ben de onların kurduğu düzende huzursuzum. Yavaş yavaş o pas kanıma karıştı, zehirleniyorum artık ve hala vazgeçemiyorum. Belki de ölmek üzereyim. Canımın yanmasından geçtim zaten, kötü olan insanları inandıramamak. Hala yaşayacaklarını öğrendikleri masallar gibi sanıyorlar. Bir kez için girdiklerinde söylediklerimin doğru olduğunu anlayacaklar, geç de olsa. Oysa ki ben isterdim, onlar zorlanmasın. Bu aşk denen olayın ağına düşmesinler. Oraya girdikten sonra çıkamayacaklarını bilmiyorlar. Tüm enerjilerini harcayacaklar; ama nafile bir çaba bu. Dirensen de nafile... Kurtulamazsın, bir kez düştün o ağa. Aşk damarlarında pas olarak mevcut artık. Hem canını yakıyor hem de yaşamanı sağlıyor. Söküp atamıyorsun. Ona mecbursun. Ağına düştün, seni öldüreceği anı bekleyeceksin. Yakıp kavursun, tozu dumana katsın, yeri göğü kasıp kavursun... Neye yarar? O makas seni mezarına çiçek bırakılan bir ölüye çeviriyor artık, sahi ölülere neden çiçek bırakılır ki. Bir kavgada saplandı yüreğine, pas vücuduna yayılıyor, elin mahkum öleceksin... O aşk senin sonun olacak...

                                                                                    9 Mart 2010