Zamanından önce girdi her yaşına. Herkesten çok o büyümek isterdi. Elleriyle büyüttü kendini ya da başkasının elleriyle büyüdü. Büyürken çok kirlendi, kirletti. Kanla, öfkeyle, Kavgayla, kirle, suçla büyüdü. Onun yaşamının her anı tehlike kokardı ve yanındakilere de bulaştırırdı. Kimleri yuttu o girdap, kimleri yedi, yok etti de durmadı. Çok kan aktı hayatta, çok kayıplar verildi. O insanların mezarları bile olmadı, olanların da gideni yoktu ya neyse. Öldüklerinde unutuldu çoğu, muhabbetlerde adı geçti onların kimi zamanlarda; ama herkes kendine göre anlattı. Bu hayattan sıyrılmak, bıraktığı tüm izleri yok saymak çok da mümkün değildi, bunu hep biliyordum. Aşık olduğumda da bildim. Korkmadım mı? Hayır, korktum; o sonsuz siyahlıkta kaybolmaktan, üzerimin çamurla kaplanmasından. Ama o gülümsediğinde altın parıltıları saçardı ve ben bundan mahrum kalmak istemedim. Ömür boyu üzerime çamur bulanacağını düşünsemde o parıltılardan uzaklaşamazdım. İnsan sevdiğinde mantığını gerçekten de rafa kaldırıyormuş. Herkes kaçmam gerektiğini söyledi, Bana tehlikeden bahsettiler sanki hiç bilmiyormuşum gibi, en çok kaç dediler, uzak dur diye devam ettiler. Onun kayatını bitmeyen, koyu karanlıklara benzettileri, zarar verir, canını yakar dediler. Tüm bunlar aklımda saniyelik zamanlarda bile yer bulmadı; çünkü iyi tannırdım. Damarına basılmadıkça kimseye zarar vermeyeceği beyaz kağıt kadar netti. O keskin yaşardı, ölecekse ölür, öldürecekse öldürürdü. Hiç korkmadım onunlayken, kendi pahasına beni koruyacağını bilirdim. Evet, tehlikeliydi; ama o bunu hiç gizlememişti ve ben de olduğu gibi kabul ettim. Değiştiremezdim; çünkü bu haline aşık olmuştum. Ne kadar çamura bulanacak olsam da o parıltılardan saklanamayacağımı fark ettim. Ehh en nihayetinde ben de bir kadındım, severdim parıltıyı...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder